REKABET kurallarının Türkiye'de çok farklı kesimler tarafından bilinmesi gerekmektedir. Ancak, ikinci bir yirmi yılı tartışacaksak, Rekabet Kurumu'nun yeni yol haritasını oluşturması kaçınılmazdır. Toplumun her kesimine nüfuz etmiş bir rekabet kavramı iktisadi faaliyetlerin kimler tarafından yapılması gerektiğinin en adil hakemidir.

Türkiye rekabet hukukuyla tanışalı 20 yıl oldu. Ülke olarak, sektörler üstü görev yapan, bağımsız ve son derece geniş yetkilerle donatılmış bir kurumun ilk örneğini bu hukuk alanında tecrübe ettik. Her ne kadar idari bir yapı olsa da Rekabet Kurumu her zaman yargının bir uzantısı gibi pozisyonlandı. Hatta, artık günümüzde Rekabet Kurumu'nun statüsünün yarı-yargısal olarak benimsendiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Rekabet Kurumu şikâyetleri dikkate alarak harekete geçebildiği gibi resen de soruşturma süreci başlatabilmekte. Cironun yüzde 10'una kadar para cezası verebilme yetkisine de sahip olduğunu düşündüğümüzde, Rekabet Kurumu'nun piyasalar için ne anlam ifade ettiği daha da netleşecektir.

Elbette yasal düzenleme tek başına etkinlik değerlendirmesi için yeterli bir gösterge olmamakta. Bu yasanın işletilip işletilmediği de göz önünde bulundurulmalı. Bu perspektiften bakıldığında, Rekabet Kurumu'nun uygulama ciddiyetinin de Türkiye standartlarının üzerinde olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Kurum bünyesindeki karar alıcı yapı olarak konumlanan Rekabet Kurulu 20 yıllık süre içerisinde piyasada etki bırakacak binlerce karara imza attı. Kartellerle mücadele, hâkim güce sahip oyuncuların rekabeti bozucu davranışları ve birleşme devralmaların analizi ile geçen bu iki on yıl neticesinde gerek mevzuat açısından gerekse de uygulama açısından başarılı bir eserin ortaya çıktığını söyleyebiliriz.

Özelleştirmeler için görüş verme ve diğer devlet kurumlarının rekabeti bozucu mevzuat veya uygulamalarına yönelik tavsiye nitelikli görüş verme yetkisi ise bu kurumun "savunuculuk" olarak adlandırılan ikincil göreviydi. Şöyle bir geçmişe bakıldığında Rekabet Kurumu'nun bu görevini de gözle görülür bir başarıyla yerine getirdiğini söylemeliyiz. Klasik bir istiareden yola çıkarak piyasadaki rekabet oyununu bir spor müsabakasına benzetecek olursak, rekabet hukuku oyunun kurallarını temsil ederken, Rekabet Kurumu ise müsabakanın hakemi olarak konumlandırabiliriz.

Rekabet kuralları nereden çıktı? Türkiye'nin gündemine nasıl girdi?

İktisadi faaliyetler bütün rakip şirketler arasında adil bir rekabet çerçevesinde gerçekleştirilmelidir. Her türlü ekonomik aktivitede daha iyi ürün ve hizmetin daha ucuz fiyatlara tüketiciye sunulması rekabet sürecinin ideal sonucu olarak görülmektedir. Ancak maalesef bu süreç piyasa ekonomisinde faaliyet gösteren her şirket için temel hedef olan kârlılığının maksimizasyonunu ya da pazarda devamlılığı garanti etmiyor. Kârlılığın maksimizasyonu ve pazarda devamlılık; teşebbüsler için öyle cazip hedeflerdir ki, aşırı kârlılığa ulaşmak ya da en azından rekabet oyununda yerlerini garantilemek için teşebbüsler bazen rekabetten kaçınıp, rekabeti kısıtlayıcı davranışlarda bulunmayı kendileri için mantıklı hale getirebilirler. Yani şirketler rekabetin yarattığı belirsizlikleri ortadan kaldırmak için şike yapmayı tercih edebilirler. Bu cazibeye yenik düşmemeleri için, iki ana kural dünya çapında tüm rekabet hukuklarında kabul edilmiştir: Rakiplerinle rekabeti ortadan kaldırıcı uzlaşma yapmayacaksın ve pazardaki gücünü kötüye kullanmayacaksın.

Sanayi devrimi ile birlikte 1900'lü yıllar henüz başlarken bu iki kural Amerika Birleşik Devletleri'nde iş adamı Rockefeller'ın sahip olduğu Standart Oil petrol deviyle mücadele edebilmek için ortaya çıktı. Ohio'lu Senatör John Sherman'ın 1890 yılında kaleme aldığı yasa bu iki kuralı en yalın biçimiyle yeni dünya düzenine tanıttı. Sherman Yasası rekabet kurallarının ilk yasalaşması değildi elbet. Ancak halen geçerliliğini koruyan son hali olduğunu açıkça söyleyebiliriz. Yasanın özündeki amaç sermaye birikiminin siyaset üzerindeki etkisini kırmak idi. Zira, sanayileşme ile henüz emekleme döneminde olan iktisadi yapının toplumların yönetimi üzerinde doğuracağı sonuçlara da acemi olunan o yıllarda, güçlenen ve tek elde toplanan sermayenin siyasi açıdan nelere muktedir olacağı da bir soru işaretiydi. Her ne kadar Rockefeller ve kurduğu imparatorluk vitrinde olsa da o yıllarda Amerika'da neredeyse her alanda tröstler oluşmakta ve bu tröstler de oyunun kurallarına müdahale hakkını kendilerinde görmekteydi. Bu baskılar ile mücadele edilmediği taktirde sağlıklı bir ekonomiye sahip olunamayacağı düşüncesiyle oyunun kuralları modern ekonomiye göre baştan yazıldı. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ABD tarafından Avrupa kıtasına ihraç edilen bu kurallar Avrupa Birliği'nin de tek pazar çimentolarından birisi, hatta en önemlilerinden biri olarak kabul edildi. Gittikçe topraklarımıza yaklaşan bu iki kural, 1960'ların başında Türkiye'nin AB macerası ile birlikte ilk defa somut bir şekilde gündemde sırasını aldı. O dönemlerde Türkiye'nin öncelik listesinde aşağılarda olan rekabet kuralları bir taraftan sanayimizin gelişmesi, bir taraftan da AB ile entegrasyon itici gücüyle 1990'lı yıllarda Gümrük Birliği sürecinin bir parçası olarak listede en üst sıralara kadar çıktı. Nihayetinde, 1994 yılında yasalaşan Rekabet Kanunu ve 1997 yılında faaliyetine başlayan Rekabet Kurumu ile bu iki kural artık Türkiye'de de uygulama alanı buldu.

Rekabet Kurallarının amaç tartışması...

Sermaye ile siyaset arasındaki ilişkiyi düzenleyen kuralların bir türevi olarak ortaya çıkan rekabet kurallarının amacı son yüzyılda farklı perspektiflerden tanımlanmaya çalışıldı. Tüketicinin refahını ön pla- na çıkartan tanımlama halihazırda ağırlıkla kabul görse de bunun amaçtan çok bir sonuç, bir çıktı olduğu görüşü de hakimdir. Sanayi politikası perspektifinden bakıldığında ise küçük sermayenin güçlüye karşı korunması ve güçlü ulusal şampiyonların ortaya çıkması şeklindeki amaç yaklaşımları da tartışmada yerini almıştır. Ancak, globalleşme ile birlikte sermayenin yapısındaki yakınsaklık ve tek elde birikim eğilimi son yıllarda rekabet kurallarının ekseninden kayması ihtimalini de gündeme getirmiştir. Bu gidişat özellikle dijital ekonomilerde açıkça görülebilmekte. Taşımacılık, konaklama hizmet aracılığı ve sosyal ağlar gibi alanlarda regülasyonları aşan (ve çoğunlukla arkasından dolanan) bir iş modeliyle birlikte rekabet hukukunun yanında vergi ve mesleki düzenlemeler gibi ulusal mekanizmaların yetişemediği mega ekonomiler oluşmaya başladı. Bu yapılar klasik anlamdaki çokuluslu şirketlerden farklı olarak, merkezi ama aracısı ve tüketicisi global olan yeni bir kurumsallaşmayı da beraberinde getirdi. Dolayısıyla, günümüzde geleneksel rekabet hukuku uygulaması milli sınırlar veya ekonomik bloklar içerisine hapsolmuşken sermayenin sınır ötesi yayılma hızına aynı hızla cevap verememektedir. Facebook'un kurucusu Zuckerberg'in Amerikan Senatosu'ndaki oturumunda sürekli regülasyon yoluyla pansuman yapılmaya çalışılan yara, Facebook'un tıpkı 1900'deki Standart Oil gibi kontrolsüz büyümesinin siyaset üzerindeki etkilerinden başka bir şey değildir. Ancak bu büyüklüğün oluşumu sürecinde ABD ulusal rekabet politikaları gündeme gelmezken, siyasi etkiler oluşmaya başladığı anda rahatsızlık yaratmıştır. Nitekim, yaklaşık beş saat süren Facebook Senato sorgulamasında terim olarak antitröst kurallarına görece az referans verilmiş olsa da aslında tartışılan konu rekabet kurallarının uygulama sorunu olarak algılanmalıdır. Zira Standart Oil ile mücadele edilirken merhem olarak ortaya çıkan rekabet kuralları aynı yaranın tekrar etmesine engel olamamıştır. Burada ya rekabet kurallarının uygulama hatasından (veya uygulanmaması tercihinden) söz edilebilir, ya da yukarıda ifade etmeye çalıştığım gibi rekabet kurallarının yetersizliğinden. Kanımca teknoloji ilerledikçe ortaya çıkan ekonomik düzen karşısında rekabet kuralları aynı beceriyle kullanılamadı. Veya işler kontrolden çıktı.

Evet, dünyanın yeni bir ekonomik devinim kazandığını kolaylıkla gözlemleyebiliyoruz. Özellikle gelişmiş toplumlarda ortaya çıkan yeni ürünler ve hizmetler klasik sanayi üretimlerinin boyutlarını hızla yakalayıp fersah fersah geçebiliyor ve bunu yaparken de gelişmişliğine bakmaksızın, milli sınırlara takılmadan tüm dünyada hızla yayılıyor. Sermaye birikiminin bu hızına o sermayeye sahip olanlar dahi hazırlıksız yakalanabiliyor. En basit örnek olarak Tesla'nın konvansiyonel otomotiv endüstrisi üzerinde yarattığı rekabetçi baskının elektrikli araç alanındaki çalışmaların birbiri ardına (ve belki de planlanandan çok daha önce) gündeme gelmesi sonucu doğdu. Baktığımız zaman Endüstri 4.0, yapay zeka, blockchain gibi gelişmeler hem üretim süreçlerini hem de tüketici beklentilerini şekillendirmekte. Bu da "tüketici refahı" merkezli klasik rekabet hukuku yaklaşımının uygulama becerisinin sorgulanmasını kaçınılmaz hale getiriyor.

To view the full article please click here.

The content of this article is intended to provide a general guide to the subject matter. Specialist advice should be sought about your specific circumstances.