Uygulamada özellikle yabancı hakem ve mahkeme kararlarının tenfizi aşamasında icra takibi açılamaması ve tenfiz süreçlerinin aldığı süre veya hak düşürücü sürenin dolması gibi sebeplerle, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun (“İİK”) 277-284. maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davasını açamayan alacaklıların haklarının korunması amacıyla, Yargıtay uygulaması ışığında, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nda (“TBK”) tanımlanan muvazaa hukuki nedenine dayalı olarak açılacak iptal davalarında, alacaklının alacağını tahsilinde birçok avantajlı düzenlemeyi içeren İİK'daki tasarrufun iptali davalarına ilişkin düzenlemelerin kıyasen uygulanmasına imkân verilmiştir. Bu çalışmada, muvazaa hukuki nedenine dayalı iptal davası ile klasik muvazaa davası arasındaki farklar ve Yargıtay'ın bu uygulamasının alacaklılara sağladığı faydalar değerlendirilecektir.

I. Türk Hukukunda Muvazaa Kavramı

TBK'nın 19. maddesi, sözleşmelerin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde, tarafların gerçek niyetlerini gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın gerçek ve ortak iradelerinin esas alınacağı düzenlemesine yer verilmiştir. Bu düzenleme uyarınca, hâkim tarafından sözleşmelerin yorumlanmasında, tarafların asıl iradeleri esas alınacaktır.

Yasal düzenleme ve doktrinde yer alan görüşlere göre muvazaa genel olarak, tarafların başkalarını aldatmak kastıyla, bu kişilere gerçek iradelerinden başka bir durum varmış gibi göstermek amacıyla yapmış olduğu işlemler olarak tanımlanabilir.

Yargıtay'ın uygulamasına göre de bir işlemin muvazaalı olarak kabul edilebilmesi için; (i) tarafların iradeleri ile beyanları arasında isteyerek oluşturulmuş bir uygunsuzluk olması, (ii) üçüncü kişileri aldatma niyetinin olması, (iii) taraflar arasında gizli işlemi oluşturan muvazaa sözleşmesi bulunması gerekmektedir.

Doktrinde muvazaa; mutlak muvazaa ve nispi muvazaa olarak ikiye ayrılmaktadır. Mutlak muvazaa tarafların görünürde gerçekleştirdikleri bir işlemin aslında aralarında mevcut olan bir muvazaa anlaşması ile gerçek dünyada herhangi bir sonuç doğurmamasını kararlaştırdıkları muvazaa türüdür. Nispi muvazaa ise, mutlak muvazaadan farklı olarak, tarafların gerçekte arzuladıkları işlemi, gerçek dünyada etki doğurmayacağı muvazaa anlaşması ile kararlaştırılmış ikinci bir işlemin arkasına gizledikleri muvazaa türüdür.

Özetlemek gerekirse, mutlak muvazaada taraflar arasında görünürde bir işlem varsa da bu işlem taraflar arasındaki uzlaşı ile fiilen geçerlilik kazanmamaktadır. Nispi muvazaada ise, taraflar arasında gerçekte bir işlem mevcut olmakla birlikte, bu işlem fiilen geçerlilik kazanmayan başka bir işlem görünümünde gizlenmektedir.

Mutlak muvazaa hâlinde, görünürdeki işlem kesin hükümsüz addedilecek olup, nispi muvazaa hâlinde ise görünürdeki işlemin kesin hükümsüz addedilmesi akabinde, arkadaki işlemin geçerliliği farklı şartlara bağlı olacaktır. Nitekim nispi muvazaa hâlinde, görünürdeki işlemin kesin hükümsüzlüğünün tespiti sonrası, tarafların asıl iradelerinin örtüştüğü işlemin geçerlilik şartlarının incelenmesi gerekmektedir. Söz konusu işlem, şekil şartına tabi olması gerekirken, muvazaanın getirdiği gizliliğin sağlanması amacıyla, şekil şartına riayet edilememesi hâlinde, gizlenen işlem de bu sebeple geçersiz olacaktır.

II. Klasik Muvazaa Davası

Uygulamada sıklıkla karşılaşılan muvazaa davası türü muris muvazaası veya inançlı temlik olmakla beraber, ticari ilişkiler ve işlemler yönünden de muvazaa davaları görülmektedir. Muvazaa davası kural olarak, hukuki menfaati bulunan kişilerin, bir işlemin muvazaalı olduğunun ispat etmeleri ile bu işlemin kesin hükümsüz olduğunun tespit ettirilmesi ve hukuk aleminde doğmuş olan sonuçlarının ortadan kaldırılmasına imkân veren bir dava türüdür.

Somutlaştırmak gerekirse, bir taşınmazın satışına ilişkin bir muvazaa iddiası neticesinde, satış işleminin muvazaa nedeniyle kesin hükümsüz olarak addedilmesi durumunda, klasik bir muvazaa davasında, muvazaalı işleme konu taşınmaz satıcının malvarlığına iade edilecektir.

Muvazaa davaları, ispat yükünün muvazaayı iddia eden tarafa yüklendiği davalar olup, davacının muvazaalı işlem bakımından taşıdığı sıfat ispat vasıtaları üzerinde de farklılıklara sebebiyet vermektedir. Nitekim uygulamada sıklıkla inançlı temlik davalarında görüldüğü üzere, muvazaalı işlemin taraflarından birinin muvazaa iddiasında bulunması hâlinde, bu iddiasını kesin (yazılı) delil ile ispat etmesi gerekmektedir.

Fakat muvazaa iddiası, muvazaalı işlemin kesin hükümsüz olduğunun tespitinde hukuki menfaati bulunan üçüncü kişi tarafından ileri sürülüyorsa, bu durumda üçüncü kişilinin takdiri deliller ile muvazaa iddiasını ispat edebilmesi mümkün olabilecektir. Hakkaniyet gereği de bu uygulama kanaatimizce yerindedir. Nitekim muvazaalı işleme taraf olmayan birinin bu işleme ilişkin bir yazılı delil elde etmesi hayatın olağan akışına da uygun düşmeyecektir. Uygulamada çoğu zaman, muvazaalı işlemin tarafları dâhi, yazılı delil ile muvazaayı ispatlamakta büyük zorluklar çekmektedirler.

III. Muvazaa Hukuki Nedenine Dayalı İptal Davaları ve Tasarrufun İptali Davalarının Karşılaştırılması

Uygulamada bir para alacaklısı, borçlusuna karşı giriştiği icra takibinin semeresiz kaldığını, kesin veya geçici aciz vesikası ile ispat etmesi hâlinde, İİK'nın 277-284. maddeleri arasında düzenlenen şartların mevcut olması durumunda, tasarrufun iptali davası ikame ederek, iptali istenen mal üzerinde, alacak tutarı ile sınırlı bir haciz hakkı veya malın iyiniyetli dördüncü kişiye devrolmuş olması hâlinde, malın devir tarihindeki değeri üzerinden tazminat talep etme hakkı elde edebilmektedir. Ancak tasarrufun iptali davası için; (i) dava öncesinde başlatılmış ve kesinleşmiş bir icra takibin bulunması, (ii) bu takipten alınmış aciz vesikasının (kesin veya geçici) var olması ve (iii)  davanın işlem tarihinden itibaren beş yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılmış olması şartlarının sağlanması gerekmektedir.

Fakat bazen uygulamada, farklı sebeplerle alacaklılar bu şartların bir veya birkaçını sağlayamamaktadırlar. En sık karşılaşılanı ise, yabancı hakem veya mahkeme kararlarının tenfizi esnasında, tenfiz kararı kesinleşmeden icra takibi başlatılamaması ve bu süre zarfında beş yıllık hak düşürücü sürenin dolmasıdır. Bu gibi sebeplerin varlığı hâlinde, alacaklı ikinci yol olarak, TBK'nın 19. maddesi uyarınca muvazaa hukuki nedenine dayalı İİK'nın 283/1. ve 283/2. ve devamı maddelerinin kıyasen uygulanması istemi ile iptal davası açabilmektedir. Yargıtay'ın son yıllardaki kararlarında sıklıkla vurgulandığı üzere bu hak ayni değil şahsi sonuç doğuracağından, davacının iddiasını kanıtlaması halinde mahkemenin İİK'nın 283/1. maddesini kıyasen uygulayarak iptal ve tescile gerek duyulmaksızın davacının alacağını tahsil edebilmesini sağlamak için dava konusunun haciz ve satışını isteyebilmesine yönelik hüküm kurması gerekmektedir.1 Bir başka deyişle davanın kabulü halinde tasarrufun iptali davası olarak değerlendirilmesi, ancak muvazaalı işleme konu malın devredenin malvarlığına iade edilmesi yerine haciz ve satış isteme yetkisi verilmesi gerekmektedir.2

Doktrinde muvazaa hukuki nedenine dayalı olarak iptal davasının açılamayacağına yönelik görüşler bulunsa da yukarıda açıkladığımız üzere Yargıtay güncel içtihatlarında bu sebebe dayanılarak açılmış davalarda, alacaklının muvazaa iddiasını kanıtlaması halinde İİK hükümlerinin kıyasen uygulanacağını belirtmiştir. Ek olarak, Yargıtay, İİK'nın 277. vd. hükümleri uyarınca açılmış bir tasarrufun iptali davasının da muvazaa hukuki nedenine dayalı olarak iptal davası açılmasına engel olmayacağını içtihat etmiştir.3

IV. Muvazaa Hukuki Nedenine Dayalı İptal Davasının Özellikleri

Davacının muvazaaya iptal davası açabilmesi için bu davayı açmakta bir hukuki yararının bulunması yani muvazaalı tasarrufta bulunan davalıdan alacaklı olması gerekmektedir.

İİK hükümlerine dayanılarak açılan tasarrufun iptali davasından farklı olarak, muvazaa hukuki nedenine dayalı iptal davaları herhangi bir hak düşürücü süreye veya zamanaşımı süresine tabi olmayacaktır. Ancak söz konusu dava alacağın tahsiline yönelik olduğu için, asıl hak/alacak için mevcut bir zamanaşımı süresi veya hak düşürücü süre var ise bu sürenin geçmemiş olması gerekmektedir.

Muvazaa hukuki nedenine dayalı iptal davası mutlak veya nispi ticari dava olmadığından, görevli mahkeme Yargıtay içtihatlarında da belirtildiği üzere asliye hukuk mahkemesidir.4

Muvazaa hukuki nedenine dayalı iptal davasında, yine tasarrufun iptali davasından farklı olarak, muvazaa iddiasında bulunan taraf, muvazaanın varlığını ispatla mükellef olacaktır. Kural olarak, muvazaalı işlemin taraflarının muvazaa iddiasını yazılı delille ispat etmeleri gerekirken, üçüncü kişilerin muvazaa iddiasını tanık delili dâhil her türlü delil ile ispat edebilecekleri kabul edilmektedir.

Ayrıca bu davalarda, tasarrufun iptali davasının aksine davacının davalı hakkında daha önce başlatılmış bir icra takibinin bulunması ve mahkemeye aciz belgesinin sunulmasına gerek yoktur.5

Yukarıdakilere ek olarak muvazaa hukuki nedenine dayalı iptal davalarında İİK'nın 283/2. maddesinin uygulama alanı bulup bulamayacağı doktrinde tartışma konusu haline gelmiştir. Yargıtay'ın 283. maddenin birinci fıkrası ile beraber ikinci fıkrasına da atıf yaparak iki fıkranın da kıyasen uygulanabileceğini belirttiği ve muvazaanın tespiti halinde bu davanın bedele dönüşebileceğine, başka bir deyişle üçüncü kişilerin de tazminat ile sorumlu tutulacağına hükmettiği kararları bulunmaktadır. Bu kapsamda dava konusunun üçüncü kişi tarafından elden çıkarılması ve iyiniyetli başka bir kişi tarafından alınması halinde, dava konusunu elden çıkaran üçüncü kişiye karşı tazminata hükmedilebilecektir.6 Buna karşın, Yargıtay'ın son yıllardaki kararlarında, İİK'nın 283/2. maddesine atıf yapılsa dahi üçüncü kişinin tazminatla sorumlu tutulamayacağına ilişkin yorumları da bulunmaktadır.7

Özetle, İİK'da düzenlenen tasarrufun iptali davası için aranan özel şartlar, muvazaa hukuki nedenine dayalı iptal davasında aranmamaktadır.

Yargıtay'ın güncel görüşü uyarınca muvazaa hukuki nedenine dayalı iptal davası neticesinde, muvazaalı işleme konu mal üzerinden haciz yoluyla alacağın tahsili mümkün olacağından, dava öncesinde veya yargılama esnasında, dava konusu mal ile sınırlı olarak ihtiyati haciz talep edilebilmesi de mümkün olacaktır. Fakat bu ihtimalde de dava değeri üzerinden hâkim tarafından tayin edilecek olan teminatın yatırılması gerekecektir. İhtiyati haciz kararı ile yargılama öncesinde veya yargılama devam ederken, muvazaalı işleme konu mal üzerinde haciz tatbik edilerek, yargılama süresince başkaca haciz veya rehinlerin yargılama sonunda tesis edilecek haczin önüne geçmesi engellenebilecektir.

Sonuç

Alacaklıların alacaklarını tahsil etmesine yönelik olarak açılan muvazaa hukuki nedenine dayalı iptal davaları ile tasarrufun iptali davalarında benzer amaçlar güdülmekte ise de, bu iki dava türünün arasında pek çok fark bulunmaktadır. Ancak Yargıtay'ın güncel uygulamaları ile yaygınlaşan görüşe göre açılmasında hukuki yarar bulunan ve davacının iddiasını kanıtlayabildiği davalarda İİK'nın 283/1 ve 283/2. maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali hükümleri kıyasen uygulanmasını ve iptal ve tescile gerek olmaksızın davacının taşınmazların haciz ve satışını isteyebilmesi yönünden hüküm kurulmasını gerektirmektedir.

Footnotes

1. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 23.02.2021 tarihli, 2017/2249 E. ve 2021/146 K. sayılı ilamı

2. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun, 25.02.2020 tarihli, 2017/1505 E. ve 2020/204 K. sayılı ilamı

Yargıtay 17. Hukuk Dairesi'nin, 14.10.2020 tarihli, 2019/937 E. ve 2020/5567 K. sayılı ilamı

3. Yargıtay 17. Hukuk Dairesi'nin, 13.05.2019 tarihli, 2016/19667 E. ve 2019/5989 K. sayılı ilamı

4. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 10.02.2016 tarihli, 2014/2389 E. ve 2016/129 K. sayılı ilamı

5. Yargıtay 17. Hukuk Dairesi'nin, 25.12.2019 tarihli, 2018/3373 E. ve 2019/12468 K. sayılı ilamı

6. Yargıtay 17. Hukuk Dairesi'nin, 02.04.2013 tarihli, 2012/7306 E. ve 2013/4613 K. sayılı ilamı

7. Yargıtay 17. Hukuk Dairesi'nin, 29.06.2020 tarihli, 2019/2086 E. ve 2020/4056 K. sayılı ilamı

Yargıtay 17. Hukuk Dairesi'nin, 25.12.2019 tarihli, 2018/3373 E. ve 2019/12468 K. sayılı ilamı

The content of this article is intended to provide a general guide to the subject matter. Specialist advice should be sought about your specific circumstances.