2018 yazındaki kur şokuyla, "finansal yapılandırma" kavramı hayatımıza girdi.Borçlu şirketin mali yapısının elden geçirilip, mali stratejisinin tekrar belirlenmesi olarak tanımlanabilecek finansal yapılandırma; bir anda finansal kuruluşlarımızın en büyük gündemi haline geldi.

İlgili kurumlarımız hemen müdahale edip, yapılandırma için yasal altyapıyı oluşturma yönünde çalışmaya başladı. Özellikle BDDK'nın yönetmeliği takiben TBB ve BDDK çalışması ile yürürlüğe alınan çerçeve anlaşma, çok önemliydi.

Buna rağmen, yapılandırma işlemlerinin çok yavaş ilerlediği ve çoğu durumda çıkmaza girdiğine şahit oluyoruz. Sebeplerini sorgularken, Chapter 11 (ABD), Administration ve Scheme of Arrangement (İngiltere) gibi uluslararası teknikleri çerçeve anlaşma ile karşılaştırma ve finansal yapılandırmanın Türkiye'de işlerlik kazanmasını engelleyen hususları tespit imkânı buldum. Söz konusu engelleri nasıl bertaraf edebileceğimize ilişkin görüşlerimi birkaç maddede sizlerle paylaşmak istiyorum.

  • Kanunlaştırma: Yapılandırmanın yasal altyapısını oluşturma konusunda kafaların biraz karıştığını düşünüyorum. Yönetmeliği müteakiben, çerçeve anlaşmayı hızlıca devreye soktuk. Ancak, yerli ve yabancı finans kurumlarının eleştirileriyle, ikisini de kısa sürede tadil etmek durumunda kaldık. Bu eleştiriler önce Bankacılık Kanunu'nda çeşitli değişiklikler yapacak kanun değişikliği hazırlanmasına; sonrasında da başlı başına finansal yapılandırma kanunu hazırlanmasına yol açtı. İki taslak farklı kulvarlarda tartışılmaya devam ediyor. Kanunlaştırma sırasının şaşması (önce yönetmelik sonra kanun) ve aynı konuda farklı taslakların gündemde olması; kur hareketinin sebep olduğu şoka hızlı cevap verilmesi gerekliliği karşısında anlaşılır dursa da, şokun kontrol altına alındığı ve finansal yapılandırma dalgasının uzun soluklu olacağı düşünüldüğünde, mevzuat çalışmalarının daha serinkanlı ve tüm paydaşların görüşleri dikkate alınarak planlı yürütülmesi gerektiği aşikar.
  • "Zimmet" kaygısı: Bankacılık Kanunu'nun 160. maddesinde tanımlanan "zimmet suçu", bankacıların başları üzerinde Damokles'in kılıcı gibi sallanırken, bankacılarımızdan gerçek anlamda yapılandırma yapmalarını beklemek zor görünüyor. Zira, uluslararası teknikler incelendiğinde, alacaktan feragat (write-down), alacağın borçlu şirket sermayesine eklenmesi ile hisseye dönüştürülmesi (debt to equity swap), borçluya diğer tüm alacaklılardan önce gelecek şekilde (super senior) yeni kredi kullandırılması (DIP financing), borçlunun yönetim ve operasyonunun devralınması gibi araçların sıklıkla kullanıldığını görüyoruz. Halbuki, 160. madde "kredi kuruluşunun kaynaklarını, ... kendilerinin veya başkalarının menfaatlerine kullandırmak suretiyle, kredi kuruluşunu her ne suretle olursa olsun zarara uğratmaları zimmet olarak kabul edilir" diyerek, yukarıdaki gibi araçların kullanımının cezai sorumluluk yaratabileceği izlenimini veriyor. Bu noktada, bankalarımıza vade uzatımı (amend and extend) haricinde yapılandırma enstrümanı kalmıyor. Standart vade uzatımları da mevcut ekonomik konjonktürde, finansal yapılandırma ihtiyacını layığıyla karşılayamıyor. Bu noktada yapılması elzem olan, kanun değişikliği yoluyla, yapılandırma kapsamında atılabilecek yukarıdaki gibi adımların zimmet suçu teşkil etmediğinin netleştirilmesi ve bankacılarımıza bu hususta şahsi sorumluluk almadıklarının güvencesinin verilmesi olacaktır.
  • NPL meselesi: Bankalarımızın alacaklarını yapılandırırken, sermaye yapılarını da sağlam tutabilmeleri gerekiyor. Bunun yollarından biri NPL (non-performing loan) denilen donuk alacakların bilançolardan hızlı şekilde çıkarılmasından geçiyor. İşleri NPL'leri alıp tahsil etmek olan varlık yönetim şirketlerimizin, büyük NPL yükünün altına tek başlarına girmelerini beklemek haksızlık olacaktır. Bu noktada, NPL yatırımlarına odaklı uluslararası fonlardan faydalanmak gündeme gelebilir.Bu kuruluşların bankalarımızın NPL portföylerine ilgisi piyasanın bildiği bir gerçek. Ancak, bu tür kuruluşların NPL alımlarında, varlık yönetim şirketlerine tanınan vergi istisnalarının geçerli olmaması, maliyetleri fazlaca artırıp NPL yükünün bu kuruluşlara kaydırılmasını hayal haline getiriyor. Uluslararası alanda Türk NPL'lerine ilgiyi yatırıma dönüştürmenin yolu vergi mevzuatı ve NPL mevzuatının bu işlemleri mümkün kılar bir şekilde güncellenmesinde yatıyor.
  • Vergi maliyeti: Yapılandırmanın en kritik noktalarından biri, işletme sermayesi sıkıntısına girmiş ve mütemerrit borçluya ek finansman sağlanması ile çarkların tekrar dönmesi ve borçlunun nakit akışının sağlanması. Elbette, alacaklarını tahsil edemeyen bankalarımızın ek finansman yükü altına girmelerini beklemek adil olmayacaktır. Bu kısır döngüyü, özellikli finansman (mezzanine, distressed vb) sağlayan fonlar sayesinde kırabiliriz. Bu fonların pek çoğu, vergi mevzuatımız uyarınca "finansal kuruluş" sayılmadığı için, onlardan kullanılan kredilerde damga vergisi, kurumlar vergisi ve KDV gibi ek vergiler çıkıyor ve bu maliyet finansmanın cazibesini ortadan kaldırıyor. Finansal kuruluşlardan kullanılan kredilerde geçerli olan vergi istisnalarının; mali sıkıntıdaki şirketlerin kullanacağı bu tür kredilere de uygulanabilir hale getirmek, tıkanıklığın aşılmasında olumlu etki yapacaktır.

Bu yazıda, finansal yapılandırmanın işlerliğini engelleyen en temel sorunların çözümlerine dair fikirlerimi paylaşmaya çalıştım. Akıl akıldan üstündür; en doğru yaklaşımın, TBB önderliğinde finansal kuruluşlar, yapılandırma uzmanı hukukçular ve finansal danışmanlar ile yukarıda saydığım uluslararası kuruluşları bir araya getiren bir kurultayın acilen toplanıp gerekli mevzuat değişiklikleri konusunda fikir birliği sağlanması ve bu planın en hızlı şekilde uygulanması olacağını düşünüyorum. Finansal yapılandırmanın önümüzdeki üç-dört yılın gerçeği olacağını kabullenip, uluslararası standartlara uygun; tüm paydaşların menfaatlerini gözeten bir sistemi oluşturmak, bu şekilde mümkün olacaktır.

The content of this article is intended to provide a general guide to the subject matter. Specialist advice should be sought about your specific circumstances.